Woman from redkedscom on Vimeo.
Yüzyıllar boyunca ve özellikle Rönesantan günümüze batı ideolog ve tarihçileri Roma’ya gönderme yaparak kendi idealleri uğruna ahlaksızca çarpıtmalar yapmış , bu çarpıtmalar ile yaratmış oldukları sanal dünyalarına sahte kökenler icad etmişlerdir. Ortaya sahte bir Roma İmgelemi çıkararak Romalı gibi poz veren XIV Louis ve Napolyondan , Musolini ve Hitlere yeni Romaların yaratıcıları ortaya çıkmıştır. Bu yeni Roma yaratıcılarının listesi oldukça uzundur.
Batının kendine yeni Roma yaratma endişesi sadece liderler ilede sınırlı kalmamıştır. bir Roma Villasını andıran Versailles ‘ten Berlindeki Wilhelm Almanyasının devlet binalarına , Washington’daki Capitol ve Beyaz Saraya kadar bir dolu sahte Romalı binası inşaa edilmiş , eğitimden sanata kadar yeni Romacılık (Neo-Klasizm) etkisini göstermiştir. İşin dahada komik olan yanı ise Hıristiyanlığa geçiş yapan Bizansın Roma Ruhunu ( - Bireysel ibadet yasağı – tek tanrıcılığın olmaması ),açıkça yok saymasını görmezden gelerek bu işlerin yapılmasıdır.
Roma önceleri tek bir politik ilkenin hüküm sürdüğü tüccar bir ulustu. Batı dünyası Ruhu olmadığına çok üzüldü ! , özellikle Hristiyanlar, faşist ve naziler ruhlarını ona vermek için tarih sahnesi boyunca yarıştılar. Gerçekte Roma’nın ne aşkın bir tanrısı , ne şeytanı ne de Cehennemi vardı. Şeytan Roma , hep şeytansız yaşadı.
Tüm bunlar batı tarihçi ve ideologlarını harekete geçirdi ve Roma Dininin aslında Romalı olmadığını aslında Romulusun kuruluştan itibaren imparatorluğu Hristiyanlığa hazırladığı ile ilgili yüzlerce hatta binlerce sayfa seçkin kişilerce hazırlandı ve yayımlandı. Kimi zaman Grotesk sınırlara dayanan bu revizyonizm Romayı kutsayarak XX yy. Emperyalizmine model olarak dayatıldı. Roma tarihi batıda okullara ders olarak kondu, fakat önemli bir sorun vardı !? , az gelişmiş beyinlerin yaratmış olduğu çok tanrılı ve putperest bir yaşamın üretimi olan ve barbarlık olarak yeni dünyaya yayılan düşünceyi nasıl açıklayacaklardı. ? Bunun üzerine Suetone’ dan ve Tacitus ‘tan daha ileri gidilerek Hristiyanlığa gölge düşüren imparator imajları gölgelenerek , kaçıklıklar, aptallıklar ve kanlı ahlaksızlıklar derlemeleri yapıldı. Ama bunlar Vergilius , Cicero ve Marcus Aurelius ‘un Roma’sı değildi. Örneğin Ticatus’ un boş yere kötü yürekli olduğunu ve romanesk uydurmaların aksine , o anda elli kilometre uzakta bulunan Neron ‘un Roma ‘yı yakmadığını şehrin külleri üzerinde Lir çalmadığını ve hatta kendi sarayınıda kaybettiği için çok üzgün olduğunu ortaya koymak için bu yüzyılın sonuna kadar beklendi. Dahada kötüsü bu isterik Şeytan destekcisinin aslında Seneca tarafından eğitildiğini ve Augustine tapınağındaki kütüphaneyi yeniden yaptırdığı , eğitime, bilime ve güzel sanatlara ilgi duyduğunu kanıtlamak için yine beklemek gerekti.
Kısaca batı ideologları Roma tanrılarını , Yahudi_Hristiyanlığa şaşırtıcı şekilde benzeyen XX yy ‘da Melanezya etnografyasından ödünç alınan ve kutsal bir duyguyu ifade eden mana’da özetleyen mistik bir tanrısallıkla donatmak için ellerinden geleni yaptılar. Tüm bunlar olurken Roma dininin , Romalıların o dönemde bilmedikleri bir bölgeden formüle edilmesinin imkansızlığını kimse söyleyemedi. Batı kültüründe hayatın her alanında yaratılan bu sanal dünya Budacılığı mayasız ekmekğin isa peygamberin etine , şarabınsa kanına döneceği görüşü ile açıklamaya benzer. Daha da kötüsü herşey bilimseldir.
Mana ‘yı bir kenera bırakırsak Numen sözcüğü Romalıdır ve Vergilius ‘un Aeneis’inde geçer ve ortak kabul görmüş anlamı kutsal varoluştur. Buna göre başlangıçtan itibaren insanda doğa üstü duygusu vardır. Bilindiği gibi Romalıların büyük pratik duyguları vardır ve tanrılarına meslek adı verirler ; birinci ekin tanrısı Vervactor , ikincisi Reparator, tapan geçme tanrısı İmporticor , tohumlama tanrısı İnsitor gibi. Batı tarihçileri Romada tarihin her döneminde şeytan aramışlar, fakat bulamamışlardır.Nedeni ise ters giden şeylerin Obarator ya da Occator ve başkalarının memnuniyetsiz olmaları ve intikamıdır.
Bu yararcı tanrıların bir kökeni olmak zorundadır. İtalyaya Roma’dan çok daha önce yerleşilmiştir ve Roma’lılar İÖ bin yılın İtalyanlarının soyundan gelmektedir. Bu dönemden itibaren büyük bir kültür homojenliği ortaya çıkar. İki temel kültür vardır , birincisi ölülerin gömüldüğü çukur mezarlar kültürü , ölü yakma kültürü. Birincisi Villanova, Adriyatik, Apulia , Sicilu kültürlerini bir araya toplar, ikincisi ise Golasecca, Atestine ve Latial kültürlerini. Dinleri hakkında fazla bir şey bilinmez.
Yine bilmekteyiz ki, savaş alanından kaçan Troyalı Aeneas , babasını Sicilyada kaybettikten ve Kartaca kralicesine esir düştükten sonra Tiber nehrinin ağzına vardığı zaman Latium kralı tarafından kabul edildi , kral kızı Lavinia’yı ona verdi. (Latin sözcüğü burdan türemiştir) Aeneas’ın kurduğu şehrin adı Lavinium burdan gelir. Dolayısıyla İÖ XIII yy İtalyasında bu tarih heredot tarihlendirmesi ile aynıdır. Latium uygarlığının dini vardır ve Roma tanrıları kısmen burdan türerler. Kısmen terimi bir başka İtalyan halkının , Samnitlere akraba olan Sabinlerin de Roma’nın kuruluşuna katılmış olması ve kendi tanrılarınıda dahil etmeleri ile doğrulanır.
Latinlerin ve Sabinlerin dinleri Hint-Avrupa kökenlidir, en azından Aeneas geldiğinde çok tanrılıdırlar. Tarihçiler Romanın kuruluşunda Hint-İran etkisini oldukça abartırlar. Bir çok din gibi eski İtalyadan türeyen ve yerel dinleri birleştiren Roma dininde gökyüzü tanrısı vardır , önce şimşek ona bağlanmıştır. Bu dünya işlerine pek karışmayan Jüpiter’dir – panteona başka tanrılarda eklenmiştir ; Mars , Quirinus , Ceres , Herkül , Bacchus, Venüs.
İtalyanın bir özelliği avrupnın diğer akdenizli halklarıyla yani Yunanla başlayıp Hint-Avrupalılarla son bulan halklarla çok sıkı bir özdeşleşmeyi engeller . Yunanlılara göre Aeneas soyundan gelen efsanevi kahramanlar Romulus ve Remus ‘un Romayı İÖ 753-749 arasında kurduğu dönemde kuruluşun üçüncü büyük katılımcısı olan ve Hint-Avrupalı olmayan bir halk vardır : Etrüskler. Heredot Etürskleri Doğu Anadoludaki Lidya kökenli olduklarını , II bin yıl sonu ile I bin yıl başı arasında İtalyaya göç ettiklerini söyler. Diğer bir ayrıntı Troyalı ve dolayısıyla coğrafi olarak Lidyaylılara yakın bir halk olan Frtigyalı Aeneas ‘ın Etrüsklerin kuzeni olmasıdır. Burdan çıkan sonuç italyanın ve İlk Roma topluluğunun önemli bir bölümü I. bin yılda Türkiyeden gelmiştir. Etrüskler , Latinlerle birlikte Roma metropolü kurucusudur.
Etrüskler diğer İtalyan sakinleri gibi Zerdüşt refırmundan çok önce Vedacı panteondan kurtulmuşlardır. Vedacılığın Tanrı-Şeytan kutuplaşması yoktur. Etrüsk ve Roma dininde şeytana raslanmaz. Aynı şekilde Yunan’dada şeytan yoktur.
Yunan kültürünün Roma üzerindeki etkisi batılı ideologların söylemlerinin tersine oldukça kısıtlıdır, çünkü Jüpiterin Zeusla eşleştirilmesi tamamen biçimsel ve yapaydır. Zeus , Yunanda verilen bir sözün asla güvencesi olmamıştır, Ceres ‘in Libera mı , Ariane , Venüs ya da Semele mi olduğu hala tartışılmaktadır. Roma Atinanın bir taklidi değildir. Dönemin İtalyasında dinler iç içe geçmişti , Dumezil ” aydınlanma çağında Romalıların mitolojisi yoktu ve Halikarnoslu Dionysios onları büyüden koruyan ve ritüellerini katışıksız ve süssüz bir teolojiye bağlamalarını sağlayan bu hayal gücü sadeliklerini övüyordu ” der. Romalılar için , Romaya sürgün edilmiş bir Yunanlı olan ve Romanın bir yunan yansısı olduğunu söylemek iyi niyetli bir yaklaşım değildir.
Romanın başlangıcından itibaren konsül, eyalet yöneticisi , memur , yani görevli olan tanrıları vardır. Buğday ve bağlar için tanrıları , tarladaki faaliyetler için tanrıları , hatta hırsızlar için bir tanrıçaları bile mevcuttur. Romalı mitlerde büyük fantaziler yoktur. İnancı her durumda şiir duygusu ve saçmalığa benzetecek olursak Romalıların olaylar karşısında ayakları daima yere basmıştır. Doğa üstüne yönelme onlar için bir düzensizlik demektir. Yunanlılar dini Demokrasinin garantörü yapmışlardı ; Romalılar ise devletin garantörü yapmışlardır. Yunanda Romada dinsel tuhaflıkları benimsemediler, insanın bir kuştan , bir yılanla birleşmesinden oluştuğunu ileri sürmediler. Başlangıçtan itibaren dinleri işlevseldi, yunan dinine tesir eden taşkınlıklar doğu kökenliydi. Özellikle sanat tarihinde Romalı ve sonrası olarak gerçekçiliği betimlemek bu noktada önemlidir.
Roma dininin anahtarı oldukça paradoksal bir biçimde , bu konu hiç açılmak istenmez , tanrılarla bireysel ilişkinin yasak olmasıdır.Her ihlal Romalıyı anarşik dindarlık suçlamasıyla karşı karşıya bırakır. Kehanet , fal , büyü gibi uygulamalar din ihlalleri arasındadır. Doğa üstü güçlerin varlığını söylem yapmak senatoyu karşıya almak demektir.. Tanrılara doğrudan başvuru kağıt üstünde bir söylem değildir ; örneğin Seneca ” De superstito ” adlı kitabını bu konuya ayırmıştır. Hristiyan kültürüyle yoğrulmuş (Yahudi-Hristiyan-Müslüman) çağdaş kabul edilen dünya insanının bunu anlaması mümkün değildir, Tanrısallığa bireysel baş vurunun iki önemli sakıncası bulunur. Birincisi , koruyucu tanrıların iktidarının , yani bizzat site’nin ruhunun yasa dışı olarak çalınmasıdır. Bu ilahi güçlerin tanrısallığının kendisine verildiğini ileri süren İnsan Tiranları oluşturur. (Romalılar günümüz gerçeğini binlerce yıl önce görmüşler) İkinci tehlike ise toplumun üstünlüğüne dayanan site yasalarının çökmesidir. Bu yasaların üstünlüğüne son verir.
Aynı yasaklamma daha sonra Roma dininde mistisizmin yokluğunu değil olanaksızlığınıda açıklar, bu çağdaş tarihçileri aldıkları eğitim nedeniyle oldukça yanıltan bir konudur. Bu eksiklik bir zayıflık değil bir görevdir: Çünkü tanrılarla konuşan ya da tanrının onunla konuştuğunu söyleyen bir insan artık toplum üyesi değildir. Herkes bilir ki mistisizmin sonu delilik ve akıl hastalığıdır.
Aynı yasaklama şeytanın yokluğundada geçerlidir. mazdacılığın ve yahudiliğin Ahriman’a ya da Şeytana verdiği iktidar tanrının gücünden gelir ve bu güç kamu düzeni için bir tehlikedir. Roma dinindeki az sayıdaki cin’in rollerinin sınırlı olmasının sebebi budur. Tanrısallık sadece site yaşamının özünde saklıdır. İtalyada kehanetler ve kahinler yunanda kazandıkları güce asla ulaşamamıştır. Metafizik duygunun köreltilmesi Roamlılara şeytan suçlamalarınıda beraberinde getirmekle birlikte yasalarla yönetilen bir uygarlığı doğurmuştur. Yunanda görüldüğü üzere asla insan kurbanlara raslanmaz, suçlunun canının alındığı görülmez. Elbette cani olduğu hukuksal olarak kanıtlanmış kişiler hariç.
Roma’nın Cumhuriyetinden doğuşundan imparatorluğun çöküşüne kadar bir tutku, entrika , vahşilik ,taşkınlık ,aynı zamanda da işitilmemiş bir incelik ve kültür şehri olduğunu hafızalardan çıkarmamak gerekir. Yüzyıllar boyunca Roma modelinin takip edilmesi boşuna değildir. Roma Ulus devletin en tipik örneğidir, sitenin daha sınırlı modelini mükemmelleştirmekle meşul Yunan buraya pek aldırmaz. Roma özünde sömürgeleştirici fakat dikkatli encelendiğinde uygarlaştırıcı dehası içinde site’yi çok geniş boyutlara yaymıştır. Pax Romana böyle oluşmuştur fakat asla Pax gracea oluşmamıştır.
Bu yüzyıldan itibaren heyecansız bir dinden rahatsız olan çok sayıda tarihçi ve batı ideoloğu kendisini bunun gerçekte Roma dini olmadığını kanıtlamaya adamıştır.Bu tutum daha sonraları revizyonist olarak nitelendirilecektir. Romanın Ön-Hristiyanlaştırılması çalışmalarına yoğun olarak katılan Dumezil ; aslında Romanın dinsel duyuları olduğunu fakat süreç içerisinde bunu kaybettiğini ileri sürer. Dinsel duyu nedir sorularını ise cevapsız bırakır. Daha 1930 ‘larda Carcopino İmparatorluğun dinsel pratiğinin çöktüğünü savunur ; papazların kutsal ayinlerini atalarının kutsal günlerinden alarak devam ettirdiği söylemini yapacak kadar gözü dönmüştür. Ona göre Cumhuriyetten , imparatorluğa geçerken Roma dini değişmemiştir. Halkın bu dinin değerini anlamasıda on iki yüzyıl sürmeside tüm bu açıklamalar karşısında tebessümle karşılanacak bir gerçekliktir. Bu paradoksal söylemler batı tarafından yazılan Hristiyan dini için olmazsa olmazlar arasındadır. Aslında Roma dinine yöneltilen eleştiri hem Tanrının hem de şeytanın olmamasıdır.
Roma dininin boş bir iskelet olduğu , başlangıçtan itibaren yozlaşmış bir kurgu olduğu şeklindeki inatçı ve taraflı söylemlerin sonsuza dek rafa kaldırmak gereklidir. Fakat Roma dininde mistik bir damar olmadığını kavramakta güçlük çeken Üniversite Bilimi eskiyi tekrarlamaktan vazgeçmeyeceği görülmektedir.
181 yılında Janicum Tepesi yamacında bulunan Roma ikinci kralı Numa’ ya ait mezarda esrarlı yazılarında bulunduğu söylenir. Şehir yargıcı Quintus Petilius tarafından yönetilen Senato bunları aceleyle yaktırmıştır.Yazılar kimse okumadan yok edilmişlerse de , Plutarkhos , Numa’ nın hayatında bunlardan bahsetmiştir. hayal gücü birden devreye girerek yazıların ataların dinine karşı çıktıkları için Senato tarafından yakıldığı ileri sürüldü . Çok sonrada bu kitapların Pythagorascı yazılar olduğu söylendi, çünkü Numa Pisagordan ilham almıştı.
Hipotez kronolojik olarak saçmadır , çünkü İÖ VIII yy ortalarına doğru kurulmuş ve ilk kralı Romulus’tur. Ardılı Numa , VIII yy sonunda VII yy başından önc hüküm sürmüş olamaz. Hükümranlığının geleneksel olarak kabul tarihleri İÖ 715-672 dir. Oysa Pisagor Güney İtalyanın Dor Kolonisi Crotone ‘ da İÖ 530 doğru ders vermiştir. Aradaki 200 yıllık mesafe yorumu geçersiz kılar. Numa döneminde pisagorcu kimse yoktur. Bu yüzyıl tarihçisi Armand Delatte bu konu üzerinde oldukça titiz bir çalışma yürütmüştür, bu araştırmada ünlü kayıp yazıların II. yy daki karanlık bir Roma yazarı Fulvius Nobilior ‘un ürünü olduğuyla ilgili yeterli nedenler gösterir. Bu , Numanın yıldız bilgisi nedeniyle pisagorcu olduğu söyleminin ortaya çıktığını söyler. Gerçektende Numa yıldızlarla uğraşır ve Roma yılını on iki aya bölmüştür. Fakat Plutarkhos ‘a inanılırsa Roam döneminden itibaren büyük bir astronom olarak kabul edilmez. Kısacası Fulvius ve dostu Ennius , tasarladıkları teorinin merkezine kendileriniin tasarladıkları tarif edilemez tanrıyı , Herkül Musagetus ‘u , yani müzlerin koruyucusu Herkül’ü yerleştirdiler. Bu kuraldışı bir bileşimdir ve aralarında Ovidius’un pisagor ‘ının da bulunduğu eski metinlerin hatalı yorumu temelindedir. Sanki Senato sahtekarlıklar yığınını yakmıştır. Pisagorcu öğretinin bir çom Romalı üzerinde etkisi kuşkusuz oldukça derindir fakat Numa ‘nın Gnostiklerin tarif edilemez tanrısına inandığı ve Senatonun tamamen Roma’lı bir tek tanrıcılığın bu yeniden doğuşunu tohum halindeyken bastırması düşüncesini ileri sürmek zırvalıktan başka bir şey değildir.
Roma’da hatta imparatorluk roma’sında hem dinsel pratik hem de din duygusu oldukça canlıdır. Bu Roma’nın kuruluşundan itibaren davranışlara önderlik eder, sözünü tutmamak Jupiteri kandırmak olarak kabul edilir. Asker olduğu kadar tüccar bir ulusta olan ve dolayısıyla şeref ve verilen sözlerin tutulması konusunu oldukça ciddiye alan Roma , mitologlardan çok özellikle ahlakçıları tatmin etmeye uygun bir tanrıya inanır ; Deus Fidius . Bütün italyada saygı gösterilen bu tanrıya ait yol boylarında bir çok sunak bulunur, bu ise Carcopino’nun Romalıların şenliklerine tanrılarını dahil etmediği savını bir kenara koymamızı söyler.
Bununla birlikte Roamlıların tanrıları için yapmış olduğu tapınakları nedensiz yaptıklarını düşünmek için oldukça kötü niyetli olmak gerekir. Bu tapınaklarda sayısız şenlikler , törenler, arınma toplantıları düzenlenmektedir. Roma dininde doğma yoktur, ünlü tepe dışında vatikanları bulunmaz , tanrısallığa yapılan referanslarda şeytan ve cehennem kavramına raslanmaz. Cehennem şiirsel bir kavram olup kişi inanıp inanmamakta serbesttir. Cehennemin mucidi ise Vergilius’tur. O da teolog değil şairdir. Roma’ya cehennem virüsü yunandan bulaşmıştır.Platon cehennemden üç yerde bahseder ; Phaidon, Gorgias , Devlet. Platonun Roma düşüncesinde teolog gücü yoktur, Akademik-Hristiyanlık öncesi Gnostisizmine doğru pisagorcu ve Orphikçi eğilimlerinin çok açık şekilde türevi olan asla ortaya çıkmayan asıl dünya ile asla gerçek olmayan algılanabilir dünya arasındaki kısmen manici ikiciliği ile Phaidonda eksiksiz biçimde bulunan Platon’un bize ulaşan düşünceleri hala tanımlanmayı bekler. Nietzsche tarafından ortaya çıkarılan bu açık gariplik genellikle yanlış yorumlanan bir bölümde ( Wagner’in Yahudi düşmanlığından duyduğu tiksintiyi açıkça haykırmış olan Nietzsche ‘nin elbette hayali yahudi düşmanlığının kanıtı olarak) ifade edilir :
” Bu Atinalının Mısırlıların – Büyük olasılıkla Mısır Yahudilerinin – okuluna katılmış olması bize pahalıya mal olmuştur. ” (Ecce Homo)
Roma elitlerinin ve entellektüellerinin Yunan mitlerini kuşkuyla karşıladıkları kesindir. Olymposlular karşısında Helen ve dahası Helenistik saygısızlık onları şaşkınlığa düşürür. Romalılar tanrılarının kavranılır kılmak için her zaman çaba harcmışlardır, sağ duyu ve mantık başka halkların tanrısallıkla bağdaştırdıkları doğa üstü güçlere yer bırakmaz.
Roma religio’ su bizim düşüncelerimizle hiç bir ilgisi yoktur, toplumu birleştirmeye yönelik ahlaki ilkeler topluluğudur. Tüm yasaların ruhu niteliğinde olup toplumsal bir bağdır. Roma metinlerinde karşımıza çıkan bir başka sözcük pietas , Judeocu tanrı dindarlığı değil , site tanrılarına saygıdır. Daha çok kişinin yüklendiği sorumluluklarıyla olan daimi bağını ifade eden bir davranışsal eylemdir.
Romalı esas olarak filozoftur ve teolojiside hukuksaldır. Numa’nın mezarında senato tarafından yaktırılan ünlü kitaplar mistisizmin özünden dolayı değil tanrısallaştırılmış insanlar olan tanrılar olduğundandır. Senato , sapkınlık ve cılgınlıklara asla izin vermez. İmparatorların ciddi olarak kendilerini tanrı olarak görme eğilimleri vardır. Yine bazı tarihçilere göre Tacitus , yahudiliğe buradanda hristiyanlığa ilgi duyarak Roma dininin reddini yansıtır. Bu tür bir önermeyi öne sürebilmek için cahil olmanın ötesinde dürüst olmamak gereklidir. Çünkü Tacitus yahudilik ve Hristiyanlığı özdeşleştirerek Christ adı altında isayı tek zikrettiği yer de söylenti düzeyindeki bilginin tam aksini yazar ; ” Bu gürültüyü bastırmak için Neron (Tacitusa göre Roma yangınından sorumlu kişidir) günah keçileri buldu ve halkın Hristiyan diye adlandırdığı ve canice geleneklerinden dolayı sevilmeyen insanları en büyük cezalara çarptırdı . Bu adın kaynağı ise Tiberius ‘un hükümdarlığı altında vali Pilatus tarafından ölüme mahkum edilmiş olan Christ’tir.
Tacitusun yahudi-Hristiyanlar için kullanmış olduğu- ilkel canice genekler – rezil -nefret gibi nitelendirmelerden sonra Carcopino’nun Ticatus hakkında bu dine nasıl bir hayranlık duyduğunu bulmasıda insanı gülümsetir.
Roma dininden iki önemli ders çıkar , birincisi Şeytan olmadan çok iyi ve uzun süre yaşanabileceği ikincisi ise etnik kaçınılmazlığın olmadığıdır. İran gibi emperyalist ve Hint-Avrupalı olan Romalılar, Etrüskler, Latinler ve sabinler gibi aşırı mit zevki miras almadıkları gibi panteonlarını basitleştirme mirasıda almamışlardır. Ölü deniz sahillerinde güneşlenen şeytan İtalyan sahillerinde oldukça güç kaybederek Michelangelo’nun Sistine şapelinin tavanında bir komedyen olarak yardımcı bir rol vermeye yaramıştır, fakat manzaranın göksel güçlerle ilişkisi ise farklı bir konudur.
http://neferkaminanu.wordpress.com/2010/08/22/seytan-romanin-seytansiz-dunyasi/
Senin için ‘ yasak ‘ dediler.
—Yasaklar çiğnenmek içindir, dedim.
Senin için ‘ imkânsız ‘ dediler.
—Önemli olan imkânsızı başarmak, dedim.
Senin için ‘ olmaz ‘ dediler.
—Dünya da olmayacak şey yok, dedim.
Senin için ’ zor ‘ dediler.
—Kolay olsaydı değeri olmazdı, dedim.
‘ Onda bulduğun nedir ki ‘ dediler.
—Herkeste arayıp bulamadığım, dedim.
Senin için ‘ o ne ‘ dediler.
—Hayattaki gülen yüzüm, dedim.
‘ Ona öyle nasıl bağlandın ‘ dediler.
—Ben değil o ”bağladı” dedim.
‘ Oda senin gibi sevdi mi ‘ dediler.
İşte cevap veremediğim tek şey buydu.
‘ Eğer bunu bilmiyorsan vazgeç ‘ dediler.
—Vazgeçecek olsaydım sevmezdim, dedim.
[ CAN YÜCEL ]
1- tavuk yapısı gereği en fazla 8 cm’e kadar alabilir. burdan fazlasını zorlarsanız tavuğunuz ölür.
2- kuluçka dönemin de eşinize yaklaşmayınız sinirli ve agresif tavırları olabilir.
3- oral sex kesinlikle tavsiye edilmiyor.
4- öpüşürken gagasının üstünden öpün
5- horoz yakınlardayken partnerinizin başını hafifçe okşayarak birazdan geleceğinizi kulağınıza fısıldayın.
6- haşlanmış mısırınız devamlı hazır olsun. bu onu sekse hazır hale getirmenize yardımcı olacaktır.
7- kayganlaştırıcı olarak badem yağı kullanın.
8- sahibine yakalanmayın.
9- civcivlerin önünde bunu yapmayın, onlar için bir kutu götürün ve civcivleri kutuya doldurun.
10- sikmeden önce deliğin el ile yoklanması gerekir . malum eşşek sikmiyoruz sonuçta
11- bacak omza pozisyonu için bacakların narin olduğu unutulmamalıdır.
Bunlar alıntıdır bir Bingöllü ırgat tarafından uzun araştırmalar sonucu elde edilmiş bilimsel verilerdir.
orjinali; www.ekuzu.com
Çerez tabağı teoremi-1
bir arkadaşım hâlâ evlenemedi. Geçenlerde “Yeter artık evlen, evlen de çoluk çocuk sahibi ol” dedim. Aşağıdaki teoriyi aktardı:
Bir kuruyemiş tabağı kalabalık bir grubun önüne geldiği zaman sırasıyla önce antepfıstıkları, ardından bademler, sonra fındıklar gider. En sona beyaz ve sarı leblebiler kalır. Eğer belli bir yaşa kadar evlenmemişsen de durum farklı olmaz. Ya kalan leblebiler ve ayçekirdekleri ile idare edersin ya da olur ya bir fıstık bulurum diye tabağı karıştırır durursun..
Çerez tabağı teoremi-2
"aynı tabakta ucu açılmamış kabuklu Antep fıstıkları da kalır. Herkes bir eller, bakar ama kimse açmaya cesaret edemez, tabağa geri bırakır. Onlara ulaşmak cesaret ister. Dişine güveneceksin kıracaksın ki, içinde gizlediği lezzete ulaşabilesin. Ama risklidir, dişini kırabilirsin."
Beni düşün arasıra , arasıra gözlerimi hatırla. Sonra uzanıp tutuver ellerimi sıkıca. sıkıca okşa saçlarımı,yol hatta birkaç telini. sonra yasla başımı göğsüne ; Beni ağla!!! Ağla ki yeniden yeşereyim gözyaşlarınla, yeniden bağlanıp hışırdanayım ormanımda ...!! Bilinmez , hatta tanınmaz haldeyim. hiçbir anlam ifade etmeyen, ama dokunaklı türküler gibiyim. herkesin duyduğu ,hatta dalıp gittiği türküler gibiyim yani ve de az sonra unutulacak türküler gibi.. Yüreğim çalkalanır , köpürür sonra... Beni düşün arasıra , arasıra türkümü söyle. sonra birlikte çaldığımızı düşün, çam kozalağından sazı !!! Beyninde depremler olsun sonra, kasırgalar kopsun yüreğinde. sonra gözlerini dinamitle. sol gözün ben olayım !! Bir yanımda eski kitaplarım , bir yanımda kitapsızlığım. gözlerimim çakılı kaldığı paslanmış insanlar... ve buz gibi çayıma , nemli tütünüme benzerim. ne içilir ne geçilir ya,onun gibiyim !! Ve durgunluğuma özenir su Ve yıldızlar özenir saçımın akına. Biterim... Beni düşün arasıra , arasıra duy şarkımı. Kısık sesimi duy,kazaksız gecemi ya da Ya da duldasız ayazımı.. ama yeter ki duy... Sonra beni üşü , titre hatta. geçir ayaklarına tabansız pabuçlarımı sonra... Kısacası düşünüp ağla,çal hatta en sonunda , sonraların biteceği demde ,beni YAŞA.. Yaşa ki varolayım; Yaşa ki dilsiz cesetler ile söylediğim şarkılar sussun Ve yaşa ki YAZABİLEYİM______ !!!!! ŞAİR Babacan PESENKURDU__________
her mekandan her zamandan kaçtım da
bir kendimi alt edemedim...
kumsala ayak izlerini bırakırken sevdalılar
ben ''ez tu hezdıkım'' yazabildim...
zemheri sözler dökülürken dudaklardan
ben dilimi terbiye edemedim..
bir çiçeğe tav olunurken kavgaların ardından
ben 12-8 lerde bile hediye beklemedim..
ben ismin yalın haliyim.
kaç yaşımdı yalnızlığım?
kaça sattım ki sırları?
kaçtım kaçamak bakışlardan.
kaçırdım sonunda anlaşılan..
beynimin içine ederken bir bir kalabalıklar
ben çığlığımı sessiz atabildim..
merhem sürülen yaralar arasında
ben tuz biber rolünü kapabildim..
yalanı gerçek yapan hayatlarda
ben gerçeği sapan yapabildim..
ben ismin yalan haliyim.
kaç yaşımdı büyümüşlüğüm?
kaça kurdumki saatin ibresini?
kaç(a)mak itiraflar bu cümlenin yüklemi.
inan ben de bilmiyorum nerde öznesi..
Freelance çalışmak için yeterince hazır mısınız? Yoksa kurtlar sofrasına dönmüş bu piyasada para kazanamayacağınızı mı düşünüyorsunuz? Tekrar düşünün!İlk yazımda yaklaşık 9 yıldır freelance sektöründe birçok belli başlı firmaya gerek inhouse (firma içinde belirli dönemlerde giden, yerinde hizmet sunulan iş modeli), direk home office olarak tasarım projelerinde hizmet sunmuş biri olarak olabildiğince edindiğim tecrübeleri aktarabilmeyi umuyorum. İlk yazımda “Siz gerçekten freelance iş yaparak mı? Ücretli çalışarak mı?” daha iyi bir standart yakalayabilirsiniz? Bunu irdeleyeceğiz. Öyleyse makalemin devamında nelerle karşılaşabileceğinize dair genel konuları ele alalım.
Freelance iş yapmak nedir?
Bir çoğumuz freelance iş yapmanın “Özgürce para kazanmak” olduğunu düşünür. Rahatsınız, sabah işe geç kalma probleminiz yok, çalar saat kurmak zorunda değilsiniz, sevgiliniz, eşiniz, dostunuz ya da bir çok organizasyona katılıp sabahlara kadar eğlenip öğleden sonra uyandığınızda işlere kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Buna benzer örnekler uzarda gider. Genel ön yargı olarak “Freelance” kelimesi aklınıza geldiğinde “Özgürçe para kazanmak” olarak algılanabilir. Ancak freelance çalışmanın çok ince ve titizlik gerektiren noktaları vardır. Birkaç cümle sonunda bu konularla ilgili fikirlerimi, edindiğim tecrübeleri de sizlerle paylaşacağım.
Freelance çalışmanın avantajları.
Bir önceki paragrafta bahsettiğim gibi özgür olduğunuzu size hissettirir. İşleriniz biraz rayındaysa dünyanın en rahat insanı gibi hissedersiniz. Kendinize daha çok vakit ayırabilir, daha sosyal bir yaşam sürebilirsiniz. Mevsime göre tatil ya da seyahat için birilerinden izin beklemek zorunda değilsiniz. Kendi organizasyon yeteneğinizi sınar, yönetici becerilerinizi geliştirirsiniz. Çevre edinir, yeni insanlar tanır, farklı branşta firmalarla iş yapma tadına varırsınız. Esnek bir kişilik, yenilikçi ve kendini sürekli geliştiren bir ivmeyle yolunuzda ilerlersiniz. Kız arkadaşınız ya da erkek arkadaşınıza ayırabileceğiniz vakit tamamen sizin programınızla birebir ilişkilidir. İşe gidip gelmek için her gün saatlerinizi yola harcamazsınız. Bu ve buna benzer avantajları elbette var ancak freelance çalışmanın gerekliliklerini yerine getirebilirseniz!
Freelance çalışmanın dezavantajları.
Freelance çalışmak her zaman iyi değildir! Özellikle kişilik özellikleriniz emir altına girmeyi gerektirecek bir disiplin anlayışı ile işliyorsa siz freelance iş yapmamalısınız! Neden mi? Hep birlikte irdeleyelim..
"Eğer bir iş aldığınızda iş avansını harcayarak kendinizi motive edeceğinizi ve işi daha iyi yapacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz."
İş avansını almak freelance çalışanlar için bir nevi akittir. İşe ciddiyet katar ve sizi müşteriye karşı sorumlu tutar. Ancak iş avansını hemen harcayan bir karakteriniz varsa işi hazırlamaya başladığınızda“Aman ya en fazla başka bir iş alır, o müşterimin avansını geri veririm laf işitmem”diyenleriniz olacaktır. Ancak atladığınız bir nokta, kaybettiğiniz her müşteri aslında kaybettiğiniz birden fazla müşteri potansiyelidir. Diğer taraftan unutlmaması gereken durum, ihtiyaçlarınız haricinde henüz teslim edilmemiş bir işin tahsil edilmiş avansı sizin kendi paranız değildir. Olabildiğince avans alınan meblayı harcamamaya özen göstermelisiniz.
Uyku düzeniniz normal değilse veriminiz düşecektir.
Sabahlara kadar çalışıyor, akşama kadar uyuyup tekrar sabahlara kadar bilgisayar başında duruyorsanız veriminiz hızla düşmeye devam ediyor demektir. Unutmayın insan vücudu güneşten enerjisini alır ve gündüz yaşamaya yatkındır. Gece metabolizmanız yavaşlayacak ve fikir üretme konusunda gündüzlere oranla daha verimsiz sonuçlar üreteceksiniz. Saat ve zaman kavramınız gece gündüzün tersine dönüyorsa çok değil, bir ya da iki yıl içerisinde neredeyse hiç birşey üretemez hale gelecek, aynı topun lacivertini sunmaktan öteye geçemeyeceksiniz. Uyku düzeniniz normal olmalı, gündüz çalışmalı, gece dinlenmeli ya da geceleri dinlenmeye yönelik iş dışında başka şeylere odaklanmalısınız. Sosyal kimliğinizi de beslemek zorundasınız.
Bir süre sonra asosyalleşmeye başlarsınız.
Bu işlere ilk başladığınız zamandan bu yana onca süre geçti ve herşey umduğunuzdan farklı bir sonuca ulaşmaya başladı değil mi? Her sabah aynı ev, aynı bilgisayar, benzer işler, dört duvar arası ve hemen hemen herşey aynı. Of ne kadarda sıkıcı değil mi? İşte endişelenmeye başlayabilirsiniz! Siz artık monoton ve asosyal bir hayata adım atmanın ötesine geçmek üzeresiniz. İşleriniz yoğunlaştı, tek başına onca şeye yetemiyor, hep aynı insanları görüyorsunuz. Eğer tek yaşıyorsanız daha da vahim. Sosyal medya tek eğlenceniz, youtube tek boş zaman geçirgeciniz oluvermiş. İşte kötü günler kapıda! Kişiliğiniz asosyalleşiyor ve sıkılmaya az kaldı! Freelance çalışmanın en büyük handikapı budur. İster istemez asosyal olmak zorundasınız. Çünkü müşterilerinize esnek çalışma saatlerini zaten siz aşıladınız. Onlar artık sizi her aradığında ulaşmalılar yoksa siz çalışmıyor gibi görünürsünüz. Belli bir süre sonra neredeyse hayatınızın %80′i tek bir bilgisayar ve müşteri dialoglarından ibaret olacaktır. Freelance çalışmak aslında kendi kafesine tıkılmak gibidir. Disiplin yoksa sonu ya parasız ve işsiz kalmak, ya da kontrolsüz ve boğucu bir iş akışıdır. Disiplin ve programlı olmak zorundasınız!
Pasifleştiğinizi hissedebilirsiniz.
Her zaman evde olmak, disiplinsiz çalışmak, spontane yaşamak bir süre sonra size aslında hiçbir iş yapmıyorsunuz gibi bir duyguyu uyandıracaktır. Bu döneme geçtiğinizde iş gücünüz düşecek, bilgisayar başında oturmaktan sıkılacak ve odaklanma problemi yaşayabilirsiniz. Bunu engellemenin belli bir yoluda ne yazık ki yoktur. Freelance çalışmanın en büyük dezavantajlarından birtanesi budur. Yalnız yaşamaya yatkın ve durgun bir kişiliğiniz yoksa freelance çalışmaya çalışmak sizin için bir eziyet olabilir. İyi düşünmelisiniz.
Mali krizlere karşı psikolojik açıdan hazırlıklı olun!
Bir dönem işler size öyle bir yığılır ki, ne olduğunu anlayamaz her zaman böyle olacağını düşünerek normalden daha fazla harcama yapmaya başlarsınız. Zaten rahat bir çalışma tarzının üstüne hatırı sayılır bir kazanç elde ettiğinizde kontrol mekanizmanız yüksek olasılıkla değişecektir. “Zaten her zaman kazanabilirim, bu ay harcayayım gelecek ay yine kazanırım” diyebilirsiniz. Ancak bir baktınız ki paraları harcadınız, işleri hala teslim edemediniz, yeni iş ihtiyacınız var çünkü maddi açıdan tükendiniz. Hoşgeldin gerçek, yüzleş benimle! Artık düşüşe geçtiniz ve yüksek olasılıkla disiplinli çok sıkı bir çalışma yapamazsanız en geç 30 güne kadar maaşlı bir işte çalışmak için iş arıyor olacaksınız. Bu durumdan şunu çıkartıyoruz. Freelance çalışıyorsanız sizin paranız aslında kazandığınız paranın %50′si olmalıdır. Çünkü bir sonraki ay iş garantiniz yoktur. Her zaman yedek planınız olmalı. Aksi halde hiç istemediğiniz maaşlı çalışan konumuna hakettiğinizi düşündüğünüz ücretin yarı fiyatına çalışmak mecburiyetinde kalabilirsiniz.
Kazancınızı ne kadar yükseltebilirsiniz?
Freelance çalışıyorsanız unutmayın ki çok büyük bir fırsat tesadüf eseri karşınıza çıkmadıysa kendi evinizi arabanızı alacak kadar kazanamazsınız. Bunları başaran örnek freelance çalışanlar var elbet. Ancak bu biraz da şans meselesi. Biz ortalama civarı bir performansı yani genel kitleyi hedef alarak durumu gözden geçirdiğimizde, evet parasız kalmazsınız. Asla temel ihtiyaçlarınız için kimseden borç istemezsiniz. Ancak kazancınız sadece şahsi giderlerinizi karşılayabilir ve rutin yaşamınızı destekleyecek seviyenin üstüne muhtemelen çıkamaz . Burada karşınıza şu soru çıkacak. “Maaşlı çalıştığımda da bunları yapamıyorum, freelance çalıştığımda da yapamıyorum. Öyleyse neden maaşlı çalışayım?” diye sormuşsunuzdur kendinize. Bir sonraki yazımda bu ince noktalarla ilgili çok ince noktalara değineceğim.
orjinali için; http://www.cenkakyildiz.com/makale-freelance-tasarimci-olmak.php
"İnsan 30 yaşından sonra arkadaş yapamıyor kendine.
Eş yapıyor, çocuk yapıyor, arkadaş yapamıyor.
Yapsa da eskiler gibi olmuyor.
Halbuki uykuya dalar gibi arkadaş olurduk okuldayken.
Arkadaş olmak için yaratılmış gibiydik.
Bir hafta içinde böbrek verecek hale gelirdik.
Neden olmuyor bu işler 30 undan sonra?
Neden olamıyor?
Oysa o ne güzel bir iştah, o ne güzel bir açlıktı...
Herkes herkese açtı. Seçer, bulur buluştururduk "ruh ikizlerimizi."
Ne de çok ruhtaşımız vardı. Hiç açıkta kaldığımı hatırlamıyorum.
Ruhumun güzel bir ikizi mutlaka olurdu yanı başımda.
Ölümüne sevdiğim, uğrunda her şeyi göze alabileceğim,
her şeyiyle güzel, her şeyiyle doğru, her şeyiyle kabul ettiğim...
Basbayağı bir aşkla bağlı olduğum...
Şimdi ne zor. Herkes kapalı kutu.
Herkes kapanmış, kaplumbağa olmuş.
Bir kahve içimi zorlu randevulara bakıyor.
Yatıya kalmak bir tabu.
Evler de gönüller de sımsıkı kapalı.
Gençliğin en çok bu yanını özlüyorum.
Ne güzelliğini, ne diriliğini, ne başıboşluğunu.
Aynı yazarı, aynı şairi seviyoruz diye kuruluveren dostlukları özlüyorum.
Birbirimize yazdığımız o uzun, o sapıklık derecesindeki ayrıntılı mektupları özlüyorum.
Birbirimizi eleştirmeyişimizi özlüyorum.
Birbirimizin dedikodusunu yapmayışımızı özlüyorum.
Sevgili olarak kimseleri yakıştırmayışımızı özlüyorum.
Arkadaşımı koruyacağım diye annemle yaptığım şiddetli kavgaları özlüyorum.
Kavgayı değilse de kavganın altındaki ruhu özlüyorum.
Dünyaya karşı arkadaşımın koruyucu meleği olmayı özlüyorum.
Veya öyle olduğumu sanmayı...
Çocuğum olsaydı tek bir arkadaşında bile kusur bulmayacaktım.
Öyle söz vermiştim kendime.
Bırakacaktım arkadaşlık uykusunda mışıl mışıl uyusunlar.
Bırakacaktım eve istedikleri gibi girip çıksınlar.
Bırakacaktım istedikleri gibi buzdolabını talan etsinler.
Bırakacaktım istedikleri gibi sevsinler birbirlerini.
Tek bir laf etmeyecektim.
Kimseyi evine yollamayacaktım.
Kızımın arkadaşı kızım, oğlumun arkadaşı oğlum olacaktı.
30undan sonra arkadaş yapılamıyor.
Kötülükten değil. Başka bir şey.
Ama neden çözemiyorum..."
ben,
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
fedakarlığımı anlıyorsun,
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra sen de ölünce
kavanozuma gelirsin
ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün.
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar...
ama biz o zamana kadar
o kadar karışacağız ki
birbirimize
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım
hayat taşıyor içimden,
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok
ama sen de beraber
ama ölüm de korkutmuyor beni,
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir heralde.
hapisten çıkma ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey
belki diyor...
piraye nazım hikmet ran
18 şubat 1945
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar Git iş işten geçmeden git Günahıma girmeden Hadi git ne bir adres ne bir hatıra bırak çok geç olmadan vakit Katilim olmadan git Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan Katilim olmadan git Her gece daha berbat daha vahim gördüğüm çok geç olmadan vakit
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar
Hadi git benden sana dileğince izin
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin
çok geç olmadan vakit
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Katilim olmadan git
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın
Oysa ki hep yedekte hep elde var saymıştın
Zannetme ki pişmanlık mutluluk kadar ırak
Git iş işten geçmeden git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Günahıma girmeden
Ne vedaya gerek var ne de mektuba hacet
Git de Allah aşkına bir selama muhtac et
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan
Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit
Günahıma girmeden
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ bu düğüm
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum
Sırf sana üzülüyor sırf sana acıyorum
Git iş işten geçmeden git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
kimi zaman cok seversin, kimi zaman cok canin yanar, kimi zaman oylece suskun kalirsin sadece…
belki ben raif bey degilim, o maria puder degil, hatta hayatimiz sabahattin ali’nin kaleminden dokulen kurk mantolu madonna romani degil ama
ruhumda infial yaratir bu sozler;
“…muhakkak ki dunyanin en luzumsuz adamiydim.hayat beni kaybetmekte hicbir sey ziyan etmeyecekti.”
“nicin ilk defa gordugumuz bir peynirin esvafı hakkinda soz soylemekten kactigimiz halde ilk rasgeldigimiz insan hakkinda son kararimizi verip gonul rahatligiyle oteye geciveriyoruz?”
“bu yasimdan beri mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanin vucudu birdenbire benim icin nasil bir ihtiyac olabilirdi?”
“…zaten kucuklugumden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kismini ilerisi icin saklamak isterdim.”
“…cunku muphem bir his bana, kim olursa olsun bir insani tamamen gordukten ve gorduklerini kendinden saklamadiktan sonra, ona hicbir zaman busbutun yaklasilamayacagini fisildiyordu.”
” ‘demek beni kiskanmiyorsunuz ha?’ dedi ‘beni sahiden bu kadar cok mu seviyorsun?’ “
“icinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hicbir zaman bu sevgiyi bir kisiye inhisar ettiremez ve kimseden de boyle yapmasini bekleyemez. ne kadar cok insani seversek, asil sevdigimiz bir tek kisiyi de o kadar cok ve kuvvetli severiz. ask dagildikca azalan bir sey degildir.”
Bir ağustosböceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yılbekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanınömrü adında yazılıdır: Ağustos. Yani topu topu bir ay… Şarkı söyleyen yalnızcaerkek ağustos böceğidir. Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eşseçecek ve çiftleşecektir.